26 Haziran 2011 Pazar

Haziranda üşümek zor!

ya Feridun abi! En son yazımı mart başında yazmışım, neden böyle oldu? Sanıyorum blog yazarlığı bana göre değilmiş. Çok büyük hevesle yazmaya başlamama rağmen, yeterince yazamam biraz hayal kırıklığına uğrattı beni ama ne olmuş bloga yazamadıysak? Hayallerimiz satmadık ya! Gün gelir daha çok yazarım belki. Hoş olmaz mı?

Meteorolojik açıdan garip bir memleket burası. 3 mayısta lapa lapa kar yağdı amına koyayım, bir gün önce tişörtle dolaşırken gece yarısı dışarısını bembeyaz gördüm tüylerim diken diken oldu. Haziranda ayında bile 2-3 günlük çok sıcak hava dışında genelde hava 15 C dolaylarında. Geceleri ise ince bir ceket elzem. Ha bir de havalar güzelleştiğinde bu polakların tripleri görmen lazım. Malum bialystok'ta deniz yok ama orta halli bir su birinkitisi var bizim okulun yanlarında, millet iç çamaşırı ile yüzüyor, güneşleniyor. Hani nerede medeniyet? Türkiye'de olsa bu insanlar göbeğini kaşıyan adamlar olarak etiketlenirdi. İç çamaşırları ile göle girip güneşlenen polonyalı kızlar konusunu ise başka bir başlık altında irdelemeyi düşünüyorum; capsli. hadi yine iyisin.( blog iyi reyting yapar ha).

Güneş ışınlarının dik açıyla gelmesini özledim. İzmir'e dönünce 35 C lik bir hava sıcaklığıyla karşılacağım için çok şikayetçi değilim aslında. Yine de İzmir'in en sevdiğim ayı olan mayıs ayını kaçırmak üzdü biraz. temmuz ortasında git oraya kıçındaki boxer yapışsın nemden. Burada kendimi yaylaya çıkmış emekli gibi hissediyorum bazen. Dersler falan da bitti; yapacak bişey yok. Aşağıda yurdun bahçesine domates, biber ekmek istedim ama yönetimden izin vermediler. Camın önünde ''oh esiyor püfür püfür negzel'' diye yakaladım kendimi bir kere. tam 67 yaşında bağ kur emeklisi dede tripleri.

Canımı sıkan bir diğer nokta havanın 2 buçukta aydınlanmaya başlaması. 3 buçukta güneş tepede ve resmen güpgündüz (bu kelime de tdkya armağanım olsun). Normal insanlar gibi gece karanlıkta uyumayı özledim. uyku düzenim tamamen alt üst olmuş durumda vücudumun biyolojik saatinin değişmişmiş olmasından mütevellit. başını yastığa koyar koymaz uyuyan ben, 2 saat sonra uyanır oldum. hiç hoş değil. ne o öyle.

Ha bi de canımı sıkan ne var biliyor musun? koskoca Avurpa Birliği üyesi Polonya'da 40 milyon nüfuslu ülkede erik yok anasını satayım! Bialystok'ta mı bir terslik var nedir olay bilmiyorum ama godot'yu bekler gibi bekliyorum yeşil eriği, can eriği. ''benim de eriğim olsa, polonya'da niye yok'' diyorum devlet bahçeli gibi. Bilsem gelir miydim buralara erasmusa? yeşil erik tüm zamanların en havalı meyvesidir benim gözümde ve mor eriktense hiç hazzetmem. bu erik yokluğunu havalara bağlayacağım ama erik hariç herşey var lan! çilek, kiraz hadi anlarım da armut, üzüm, şeftali mevsimi değilken onlar bile var. kasım ayında ben karpuz-peynir ekmek keyfi yaptım, daha ne diyim? ama erik olaydı iyiydi.

ne dertlenmişim amına koyayım. sanki güzin ablaya yazıyorum.

özet: havalar çok bozdu. bayagı bozdu yani öyle böyle değil. inanılmaz bozdu. çok fazla bozdu yani. o kadar bozdu, önünü alamadık öyle kötü bozdu yani. bozdu, bozdu, bozdu, bir yerden sonra bozmaz diye bekledik, daha da bozdu. artık bozmasın dedik, iyice bozdu. artık inanamadık, bozdu, bozdu gitti yani. "daha nasıl bozulur ya?" dedim, bu kadar daha fazla bozulmaz herhalde dedim ben. ben bi yerde duracak bunun bozulması diye bekledim ama gene bozdu.

5 Mart 2011 Cumartesi

Polonyalı Güvercin vs. Türk Güvercin

Dostlarım, bugunkü yazımda başıma gelen ibretlik bir olaydan bahsetmek istiyorum.

Martıydı, güvercindi bu tarz uçan canlıları severim. Konak-Karşıyaka vapuruna binmeden sırf martı doyurayım diye öğrenci halimle alırım gevreğimi, beslerim garibanları. Türk güvercinin kendine özgü, nacizane bir tavrı var. Her şeyden önce asiller. seni vapurda gevrek fırlatma hazırlığında görseler bile gelmezler yanına, senin çağırmanı beklerler. delikanlıdırlar. havada küçük bir parça gevreğini kaptı mı sırasını salar ve diğer arkadaşlarının almasına izin verir.

Gel gör ki, Polonya'da eski komünist rejimin de etkisiyle güvercini biraz farklı. türk güvercinine göre çok daha yapılılar. belki de iki katı boyutta. şişman olmalarının sebebi arsız olmaları. krakow'da güvercine gevrek atarken, ağzındakini bitirmeden diğer küçük parçayı almaya gelen şerefsizler var.

2010 yılnın eylül ayında krakow'da kaldığım yurtta buzdolabı olmamasından dolayı pencere önüne koydğum peynirlerin bir takım güvercinler tarafından çalınmasını münferit olaydır dedim geçtim. her ne kadar sinirlensem de güvercinlere olan sevgim değişmedi. sonra 2010 yılının ekim ayında bialystok'a gelince buzdolabı olan bir yurda geçmenin verdiği rahatlıkla güvercinlerle olan mesele bir müddet gündeme gelmedi. ta ki 2011 yılının mart ayında buzdolabı olmayan yeni bir yurda geçene kadar...

lan şerefsizler...torbanın içinde pencere önüne koyduğum margarine ortak olduğunuz, bölük pörçük ettiniz sesim çıkmadı. yine peynirlerimi çalma girişiminde bulundunuz sabrettim. be orospu çocukları, torbanın içindeki meyrveli yoğurtlarımı aşağıya düşürüp hunharca yemek nedir? hiç mi yüreğiniz sızlamadı. ibneler sizi.

Türk güvercinin tavrına hayran olayım.

3 Mart 2011 Perşembe

''WSAP jest super'' (!)

Wysza Szkola Administracji Publicjnez: Polonya’nın Bialystok şehrinde ekim ayından beri öğrenim gördüğüm üniversite. WSAP, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler gibi bölümleri bünyesinde barındıran ve tek fakülteden oluşan bir vakıf üniversitesi. Yaklaşık 3000 adet öğrencisi var. Başlıkta kullandığım cümle için kendilerine seçtikleri reklam sloganları. Az çok tahmin ettiğiniz üzere anlamı ‘’WSAP süper’’. koskoca eğitim kurumunun narsist cümlelerle kendini pazarlama çabası biraz garip.

Her ne kadar gelişmekte olan, iyi niyetli bir üniversite olsa da, WSAP, erasmus yapmak için ideal seçim değil. Her şeyden önce burada erasmus atmosferini yaşamak çok zor zira yaptıkları anlaşma gereği güz döneminde sadece 13 erasmus öğrencisine ev sahipliği yapıyorlar. Ege Üniversitesinden 8 uluslararası ilişkiler bölümü öğrencisi, Adnan Menderes Üniversitesinden 3 kamu yönetimi öğrencisi ve Litvanya’dan 2 öğrenci. Yani toplamda 11 türk ve 2 litvanyalı. 2. dönem ise ilk dönemden ben ve Nebi erasmusumuzu 2. döneme de uzattık. Bizim haricmizde Macaristan'dan Bulgaristan'dan ve Ege'den birer adet daha erasmus öğrencisi geldi. Şuan 5 kişiyiz ve bazı dersleri sadace 2 kişi alıyoruz. Erasmus ile ingilizce geliştirmek adına doğru bir tercih değil burası, zira yine dersleri türklerle beraber alıyorsunuz. Hocalar anlayışlı ve yardımsever, dersler konusunda öğrencilere ellerinden geldiğince iyi niyetli davranıyorlar. Ders seçimi konusunda şöyle bir sıkıntı var. Buradaki dersler ingilizce olduğundan her birinin ECTS kredisi 2 ile çarpılmış durumda. Yani derslerin kredisi normalden bir hayli yüksek. Learning agreement oluştururken sizden toplamda 24-30 kredilik dersler seçmeniz bekleniyor ve burada krediler yüksek olduğu için maksimum 3-4 adet ders seçebiliyorsunuz. Örneğin ben ikinci dönem itibariyle sadace 3 ders alıyorum ancak bu durumunun türkiye’deki derslerle eşleşme konusunda sıkıntı yaratmaması adına şöyle bir sistem var. Buradaki aldığınız 1 dersi türkiye’de 2 derse karşılık getirmek. Örneğin bu dönem aldığım ‘’international public law’’ dersi türkiye’de ‘’devletler genel hukuku’’ ve ‘’Devletler özel hukuku’’ derslerine karşılık gelecek. Öğrencinin mağdur olmaması adına güzel bir sistem ancak aldığınız ders sayısı az olduğu için haftanın sadece 2-3 günü okula gitmek gereğinden fazla boş zaman yaratıyor. Bu biraz can sıkabilir. Boş zamanlarınızı okulun ücretsiz spor salonunda, yüzme havuzunda ya da kütüphanesinde geçirebilirsiniz.

Her ne kadar, bu okulda dersler açısında geçme sıkıntısı olmasa da diğer ülkelerden gelen erasmus öğrencilerinin az olması, erasmus açısından WSAP’ı cazip kılmıyor.Tercih size kalmış.

''WSAP jest super (!)''

-Adam haklı beyler.

2 Mart 2011 Çarşamba

Bialystok

Mart ayının gelmesiyle bloga tekrar yazmam arasında mantıklı bir korelasyon bulmaya çalışan tipler varsa aranızda boşuna zahmet etmeyin. Keyfim ancak yerine geldi de yazıyorum. Kime ne?

Bugun bloguma agresif bir giriş yaparak başlamak istedim neden bilmiyorum. Naber? Mevsim değişti ben en son yazımı yazalı.cemre düştü mü? İlkbahar geldi lan. +3 dereceyi gördüm bugün bir mutlu oldum anlatamam. Hemen çektim t shirti sırtıma, attım kendimi sokağı, dötümün donmasıyla yurda koşmam bir oldu. Havalar soğuk hala, dikkat edin kendinize.

Nasıl keyifler? 2011-2012 Erasmus başvuru süreci dönemi geldi çattı bile, daha dün gibi hatırlıyorum geçen sene yaşadıklarımı, bir daha yazmayım burada şimdi daha önceki yazılarımda vardı oradan açın okuyun işte. Madem erasmus blogu yazarak bir nevi kamu hizmeti sağlıyorum, yaşadığım şehir hakkında bilgi verip tercih dönemi öncesi Bialystok’u yazmayı düşünen erasmus adaylarına ışık tutmak lazım gelir. Didaktik Abbas Güçlü havalarına bakar mısın?!

Bialystok, Polonya’nın kuzeydoğusunda yer alan 300000 nufuslu kendi halinde, orta halli, kasvetli bir şehir. Varşova’dan 180 km, işin ilginç tarafı belarus sınırından ise yaklaşık 50 km mesafe uzaklıkta. Polonya kısmından dışlanmışlık söz konusu. Trenle başkente ulaşmak 2 buçuk saat sürüyor. Kışı alabildiğine soğuk.. -24 C görmüşlüğüm var gözlerimle. Yazını ise henüz görmediğimden bir şey söyleyemiyorum. Dersimiz coğrafya değil zaten, kışları çok soğuk olduğunu bilin yeter. Şunu da belirtmek de fayda var, akdeniz iklimi çocuğuysan polonya’da sana her şehir soğuk.

Krakow, Poznan, Varşova, Wroclaw, Gdansk gibi Polonya şehirlerini gördükten sonra bialystok hakkında olumlu şeyler söylemek gerçekten zor. Görülmeye değer yer sayısı bir hayli az. 2. Dünya savaşı sırasında ruslar tarafından bir hayli tahrip edildiği için polonya’da alışık olduğumuz mimariden farklı. İnsanları bile diğer şehirdekilere kıyasla daha içine kapanık, yabancıya karşı anlayışsız, yer yer ırkçı, bazen de meymenetsiz. Bunun nedeni ise yabancılara alışık olmamaları. Zira diğer şehirlere kıyasla bialystok’a daha az erasmus öğrencisi geliyor, turistik bir şehir olmadığını da göz önünde bulundurursak, yerel halkın bu tutumunu yadırgamamak lazım.

Bialystok’a türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden çok sayıda Türk öğrenci geliyor. ''Yurtdışında kendimi yalnız hissetmekten korkuyorum :/ '' vay efendim ''ben yeterince iyi ingilize konuşamıyorum yabancılarla anlaşamam :( '' diyenler için ideal bir şehir. Tüklerin dışında en çok gelen milletler ise İspanyollar ve Portekizliler. Özellikle İspanyollar her yerde. Bialystok Technical University şehirdeki en büyük üniversite, İstanbul’un Boğaziçi’si gibi. Üniversite sınavına girmeden önce ''ya teknik üniversite ya haftaiçi'' diye kendilerini motive etmeye çalışıyorlar öğrenciler. Teknik üniversite şehirdeki en büyük üniversite olduğundan en çok erasmus öğrencisi de bu üniversiteye geliyor tabi. Üniversitenin kendine ait 4 adet 10 katlı yurt binası var. Erasmus öğrencileri Beta adlı yurtta kalıyor. Türkler, ispanyollar ve portekizliler ağırlıkta. Yurt kiraları 350-450 ziloti arasında değişiyor.

Şehirde sadace 1 adet mcdonalds bulunuyor. Burger king ise hiç yok ): steakhouse burger gözümde tütüyor. Fast food severler kendilerini KFC ile avutmak zorunda. Tavuk kanadı yemek de nereye kadar. Birkaç adet büyük AVM dışında biedronka, lewiatan gibi küçük çaplı süpermarketler de var. Biedronka Türkiye’deki BİM gibi.

Gece hayatı hareketli. Prognozy, M7, Rococo şehrin en gözde mekanları. Giriş, Cumartesi günleri 15, Cuma 10 Perşembe ise 5 ziloti. Ücretlendirme mekana göre değişiyor tabi. Alkol ise ucuz. Bira 6 ziloti, vodka-meyve suyu 12 ziloti.

Şehrin en büyük artısı ekonomik anlamda yaşanabilir bir yer olması. Krakow, Varşova gibi diğer büyük şehirlere kıyasla hayat daha ucuz. Marketlerde bira 2.5, otobüs bileti 1 ziloti vs. Eğer ''valla aga ben kendi yemeğimi kendim pişirirm, gece hayatına da fazla düşkünlüğüm yok club neyin bilmem, e buraya okumaya geldik, başka şehir gezmeye değil !!!1!!1bir !!'' de diyorsanız, burada sizin aylık ortalama gideriniz 1000-1200 ziloti civarında olur. Ama Polonya’ya kadar gelmişken Krakow ve Gdansk görmemek olmaz. Mutlaka gidin. Krakowa giderseniz dragona benden selam söyleyin.

Her ne kadar büyükşehirde yaşayanların ilk geldiklerinde alışmakta zorluk çekebilecekleri bir şehir olsa da, polonya şartlarında yaşanabilir bir yer nihayetinde. Bir alex değil tabi. Ancak kişisel önerim eğer illa ki polonya’da erasmus yapmak istiyorsanız ve seçme şansınız varsa; tercihiniz, öncelik sırasına göre,

1-Krakow
2-Wroclaw
3-Varşova
4-Lodz
5-Poznan
6-Gdansk

ve Bialystok

şeklinde olsun. Gdansk çok güzel yer ama çok uzak. Polonya’nın en kuzeyinde kaldığında seyahat etmek zor. Krakow-gdansk arası trenle 12 saat. Gerisini sen düşün.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Krakow izlenimleri: Dragon, Papa ve Domuz eti

Efsaneye göre yüzyıllar önce şehirde bir dragon halkı canından bezdirmiş, özellikle genç ve bakire kızları kendine kurban olarak seçen dragonu öldürmek adına şehrin delikanlıları büyük mücadele vermelerine rağmen başarılı olamamışlar ancak bir gün Krak isimli bir yiğit çıkıp dragonu öldürmeyi başarmış. Şehri böyle büyük bir beladan kurtardığı için de şehre kendisinin ismini vermişler.

Hikaye her ne kadar kulağa pek inandırıcı gelmese de, dragon hala şehrin simgesi. Royal Wawel Castle önünde kocaman bir dragon heykeli var, heykel demek doğru olmaz aslında çünkü belirli zaman aralıklarında bir düzenek yardımıyla ağzından ateş çıkarıyor. Hediyelik eşya satan birçok dükkanda da dragon temalı ürünlere rastlamak mümkün. Krakowdan ayrılmadan önce aldığım birçok hediyelik eşyamı süsler söz konusu dragon. Yesinler! Sempatik şey seni.

Avrupa’nın önde gelen turistik şehirlerinden biri olmasına rağmen ucuz ve yaşanabilir bir şehir krakow. Market square’in göbeğindeki kafelerde oturup ortalama 4-5 lira karşılığında kahve içebilir, en şık restauranlarda ortalama 10 liraya karnızızı doyurabilirsiniz. Tabi ki ara sokaklarda çok daha ucuz mekanlar bulmak mümkün. Beni şaşırtan nokta ise bu kadar turistik bir şehirde mekan sahiplerinin turistlerin çokluğunu göz önünde bulundurarak fiyatları uçuk seviyelere çekmemeleri. Esnafın da turist kazıklama gibi bir huyu yok. Her ne kadar pazarlığa olumlu yaklaşmasalar da ikna kabiliyetinize kalmış.

Madem ekonomiden giriş yaptık devam edelim, ulaşım da krakow’da gayet ucuz. Türkiyedeki gibi kentkart, akbil, ego tarzı bir sistem yok; hala bilet sistemi var. Mesela tek kullanımlık bilet alabileceğiniz gibi 24 saatlik, 3 günlük, 1 aylık, 3 aylık biletler de mevcut. 1 aylık öğrenci biletini 44 ziloti karşılığında alabilirsiniz. Ayrıca çoğu otobüs durağında (hatta otobüslerin içinde) bilet alma otomatları mevcut. Onun dışında kiosk olarak tabir edilen bayilerden de bilet temin edilebilir. Şehir içinde ulaşım tramvaylarla ve otobüslerle sağlanıyor. Her durakta bir adet şehir haritası, otobüsün/tramvayın saat kaçta geleceği, hangi duraklardan geçtiği/geçeceği gibi çok faydalı bilgiler var. Bu şehirde kaybolmak bir hayli zor. Toplu taşıma araçlarına ise ön kapıdan binip şöföre bilet gösterme prosedürü yok. Araca bindiğiniz zaman biletinizi bir alete okutmak zorundasınız. Okutmadığınız takdirde bilet kontrolcüsüne denk gelirseniz 100 ziloti civarında bir ceza ödemek zorunda kalırınız.

Gece hayatı açısından son derece hareketli bir şehir krakow. ‘’Kitsch’’ şehrin en gözde mekanı, giriş ücretsiz olduğundan özellikle Cumartesi akşamları muazzam ve çok gereksiz bir kalabalık oluyor. Grodzka caddesinin hemen sonunda, market square’in başlangıcında bulunana U Luisa isimli mekan kişisel favorimdir. Carpe Diem II, prozak, diwa alternatif olabilir. Mekanlarda ortalama bira 7-8, vodka meyve suyu 12-14 ziloti civarında. Market squarede o kadar çok disco, bar, pub var ki Cuma-Cumartesi geceleri sabaha karşı 3-4 sularındaki sokaklardaki insan kalabalığını görünce insan saatin 21.00 olduğunu düşünebiliyor.

Çok sayıda şaşalı kilise, müze ve sergilere rastlamak mümkün bu şehirde. Old town olarak adlandırılan ve eski binaların yer aldığı bölgede yürürken kendinizi bir masalın içinde düşünebilirsiniz.

2010 yılının polonya’da chopin yılı olmasından dolayı pek çok klasik müzik konserine düzenleniyor.

Kazimierz ise eski yahudi mahallesi. Bugunlerde bu bölgenin en önemli özelliği, şehrin en güzel ‘’zapiekanka’’ ını yeme imkanınızın olması. Zapiekanka geleneksel polonya yiyeceği, uzunca bir ekmeğin üzerine temel ürünleri olan mantar ve kaşarın yanı sıra çok sayıda sebzeden tavuk ve domuz etine, damak tadına göre pek çok ürün eklenebilen leziz yemek.

Yemekten konu açılmışken domuz eti tam bir problem. Sürpriz yumurtadan çıkar gibi her yemeğin içinden çıkması hiç hoş değil. Bu yüzden domuz eti yemekten kaçınanların çok dikkatli olması gerekiyor. KFC’de bile tavukburgerin içinden bacon çıkması sanırım olayın ciddiyetini açıklamaya yeter. Pizzanın içindeki salam bile domuz ürünü. Her canlı bir gün domuz etini tadacaktır! gibi gayri resmi bir motto var bu ülke mutfağına dair. Kebab çok popüler olmasına rağmen ülkemizdeki lezzetinde değil; içinde bol miktarda sos, sebze vs var. Krakow’da sadece 1 adet burger king olmasına karşın KFC, mc donalds gibi fastfood restauranlarına rastlamak mümkün.

Visla nehri şehrin tam ortasından geçiyor. Nehir üzerinde 30 dakikalık bir tekne turunun bedeli ise 30 ziloti. Biz 4 kişi bindiğimizden kişi başı sadece 7.5 ziloti ödedik.

Papa jean paul II nin polonyalı olmasından mütevellit rahmetlinin her yerde heykelleri, resimleri var. Bir süre sonra bıkkınlık geliyor sürekli papa görmekten.

Lehçe ve Dil Kursu

Jagiellonian üniversitesinin düzenlendiği lehçe dil kursuna toplamda 60 kişi kabul edilmişti ve çoğunluğu Almanlar, Fransızlar, İspanyollar ve Türkler oluşturuyordu ki 4 ulustan yaklaşık 40 öğrenci vardı. Lehçe gerçekten öğrenilmesi zor bir dil. İngilizcenin gözünü seveyim. 4 hafta süren dil kursundan pek de bir şey öğrendiğim söylenemez. Aslında her şey çok güzel başlamıştı. İlk derslerde ‘’adın ne, nerelisin, kaç yaşındasın, iyiyim, merhaba, teşekkür ederim, görüşürüz’’ gibi temel kavramları öğrenmenin verdiği gazla dersleri boşlayınca, verilen ödevleri yapmayınca, derslere geç gidip bazılarına ise hiç gitmeyince lehçe öğrenmek iyice zor geldi. Nasıl zor gelmesin ki?! Hırsızın hiç mi suçu yok? Adamların alfabesinde çok enteresan harfler var. Mesela sz yanyana geliyo ‘’ş’’ diye teleffuz ediyorlar, o’nun üstüne bir adet çentik geldiği zaman ‘’u’’ şeklinde okuyorlar (krakow’a krakuv derler mesela) ‘’dz’’ yanyana geldiğinde ‘’c’’ diyorlar. Bazen bir harf yazıyorlar okumuyorlar. Lodz diye bir şehirleri var ‘’vuç’’ diye okuyorlar. Olm manyak mısınız, sevimli misiniz, nesiniz lan? Doğru düzgün telaffuz etsenize. Mesela lehçede ’’ teşekkür ederim’’ ‘’cin kuye’’ şeklinde telaffuz ediyorlar, tamam eyvallah buraya kadar her şey yolunda ama gel gelelim bunu nasıl yazıyorlar?

- dziękuję

Yemin ediyorum gördüğümde şok oldum, birkaç saniye kendime gelemediğimi hatırlamıyorum. Zaten kendim çakmadım durumu arkadaşa sordum sınavdan önce çalışırken, o söyledi anlamını. Pis pis güldü bir de anlamını bilmiyor musun diye.
Bu olay benim için milat olmuştur mesela lehçe öğrenmeyi bırakmak konusunda. Dedim ya kursta birçok değişik milletten öğrenciler vardı diye. Ben de onlardan günlük hayatta işime yarayabilecek temel küfürleri öğrendim. 4 dilde(fransızca, almanca, italyanca, macarca) ‘’siktir git’’ demeyi öğrenmiş olmayı marifet saymıyorum ama biliyorsunuz ki 1 dil 1 insan, 2 dil 2 insan falan filan. Nasıl bağlayım bilemedim.

Tabi kendi dilimi öğretmeyi de ihmal etmedim. Hatta öyle arkadaşlarım vardı ki tarafımdan öğrendikleri Türkçe seviyeleri benim lehçe seviyemden çok daha iyiydi. Pişman değilim. Yine olsa yine öğretirim. Ramazan bayramında annemi aradığım zaman birkaç arkadaşımın da telefon aracılığıyla ona ‘’bayramın mübarek olsun’’ demesi üzerine onlarla gurur duymadım değil. Hatta yine bir akşam toplu olarak mekandan dönerken yolda Fransız arkadaşımın, Alman arkadaşıma ‘’görüşürüz’’ demeyi öğrettiğini gördüğüm zaman alkolün de etkisiyle gözlerimin yaşardığını hatırlarım. yirim sizi.

Lehçe kursu bittikten sonra günlük hayatta lehçe kullanmaya pek de ihtiyacım olmuyor açıkçası. Ya da benim yerel halkla ilişkim çok zayıf. Bilemedim. Aslında krakow’da hiç ihtiyaç duymamıştım zira şehirde ingilizce bilen insan sayısı bir hayli fazla, muhakkak yardımcı oluyorlar ancak bialystok’ta bu oran bir hayli düşük. Bu yüzden bazen sıkıntı çekmiyor değilim. Örneğin tren istasyonlarındaki gişelerden bilet alırken ecel terleri döküyorum resmen. Bir de ne kadar menopoz teyze vara hepsini toplamışlar gişelere...sıfır güleryüzle yapıyorlar işlerini, lehçe bilmediğinizi anladıkları anda azar yemeniz işten bile değil. O yüzden ‘’kendini kurtaracak’’ seviyede lehçe faydalı olacaktır.

Aslında ben de memnun değilim lehçe öğrenememekten. Bazen alışveriş merkezinde pratik yapmaya çalışıyorum ve reyondaki teyzeye ‘’cto to jest’’ (bu nedir) diyorum herhangi bir şeyi işaret ederek o da başlıyor cevap vermeye anlamıyorum. Verdiğim cevap ise genelde şu: ‘’hmm, nie, nie’’. Bu arada ‘’nie’’ hayır demek. ‘’niye’’ şeklinde telaffuz edildiğinden zihinlerde ‘’why not’’ etkisi yaratıyor.
Bazen de yolda adres sormak için lehçe konuşmaya çalışıyorum. ‘’gdzie jest mcdonalds’’ diye soruyorum (mc donalds nerede) ancak karşımdaki yabancı olduğumu anladığından ingilizce cevap vermeye kalkıyor.. be hey dürzü lehçe konuşsana, ana dilinden mi utanıyorsun?!

Lehçe ile ilgili bu kadar olumsuz anılardan sonra bunu söyleyince şaşıracksınız belki ama kurstan geçmeyi başardım(!), hem de C+ ile, üniversitelerdeki karşılığı CB ( 4.00 üzerinden 2.50) Tabiki sınav esnasında sağdan soldan bakarak yardım almak suretiyle! Gurur duyuyor muyum? Tabiki hayır ama olan oldu bir kere :/
Buradan 2 sınavda da çok büyük yardımı dokunan nilgün’e ve final sınavındaki yardımlarından dolayı fransız Manon’a teşekkürlerimi iletiyorum.

Nihayet Polonya

Selam ciciş...naber?

Unuttum sandın demi? Valla ben yazmasam senin de hiç arayıp soracağın yok! Öldüm mü kaldım mı ne haldeyim diye. Hiç, hiç.... Zaten ben neredeysem yalnızlığın başkenti orası anasını satıyım.(Şair burada yalnızlıktan dem vuruyor) Nicedir yaz(a)mıyorum, blog neredeyse yalan olma aşamasına geldi, farkındayım ama nihayet bugun gönül dostlarıyla buluşuyoruz.(uzun yıllar albüm çıkarmamış ancak daha önce gönüllerde yer edinen halk müziği sanatçısı triplerine bakar mısın?) yazacak o kadar çok şey birikti ki nereden başlasam bilmiyorum. Tersten başlasam ya?! Hani cCc benjamin button reyiz cCc tarzı, daha ilginç olur; ya da Memento stayla. Bu arada, laf aramızda, Memento denen filmi anlamayacağım endişesiyle hala izlemedim. Kime sorsam ‘’yok abi yea, karışık film. Anlamadım, bir kaç kere izlemek lazım’’ şeklinde tepkiler aldım. Hiç sevmem.

Bugun Polonya'ya gelişimin 88. günü. Hey gidi hey. Gece yarısı krakow yağmurları altında uçaktan inişim, 4 hafta boyunca konaklayacağım yurda varışım, soğuk yurt odasına yerleşmem ve yorgunluğum daha dün gibi aklımda. Aklımda olmayan kısım ise ertesi gün, yani 1 eylül itibariyle başlıyor, krakowdaki ilk günümümden 29 eylülde beni krakowdan ayıran 22.00 varşova trenine bindiğim ana kadar...

2010 yılının Eylül ayında krakow’da rüya gibi bir 4 hafta geçirdim. Dedim ya tam olarak hatırlayamıyorum diye. hayır, Hatırlayamamanın sebebi sarhoş olmam değildi. Ve hayır, balık hafızalı falan da değilim. Sadece, günler o kadar erken başlıyor ve yoğun geçiyordu ki çoğu zaman 1 gün içerisinde 2 gün yaşıyor hissine kapılıyordum.E insan günde 4-5 saat uyuyunca gün ışığından daha fazla yararlanıyor haliyle. Örneğin cuma günü yaşadığım bir olayı pazar günü hatırladığımda sanki üzerinden 1 hafta geçmiş gibi geliyordu. Matematikle aramın iyi olmadığını söylemiş miydim?

Lehçe kursu, gece hayatı, hafta sonu gezileri, krakow'un büyüleyici atmosferi, arkadaşlar, dragon, papa, domuz eti derken her güzel şey gibi krakow'da geçirdiğim zaman da sona erdiğinde geriye söylenecek çok fazla söz kalmamıştı.

29 eylül akşamı krakow'dan ayrılırken içimin sızladığını hissediyordum.